Hüzün işliyor mısralara, ayrılık üç’ü beş geçiyor, şairler satır aralarına
gizliyor sevdalarını, hasretin son nakaratını besteliyor sanatçılar, puzzle’nin
son parçasını da koyuyor oyuncakçı ve ‘-işte şimdi tamam oldu’ diyor, ب (be)
harfinin noktasını koyduktan sonra nefes alıp kalemini kaldırıyor hattat,
derdinin son merhalesine gelen neyzen döküyor içini dostuna, usta son tuğlayı
da koyuyor ördüğü duvara, kırılan camı onarıyor camcı, gün iniyor, güneş
batıyor ve her şey nihai buluyor.
Gecenin perdesi iniyor gözlerime ve Sen aklıma geliyorsun Efendim. Aksak bir lisan ile tebessüm ediyor çehrem. Kalbim titrek bir seda ile doluyor. Asırlar öncesine uzanıyor ellerim, gözlerimde ki yaş her daim akmaya hazır. Adını anıp susuyorum sessizce. Adın anılınca Mekke’yi büyük bir hasret kucaklıyor, Kâbe’nin boynu bükük, Medine evladını yitirmiş bir anne gibi gözleri yollarda Seni bekliyor, Mescid-i Nebevi yetim, putlar yüzüstü yere kapanıyor, avuçlara toplanan taşları yere saçıyor müşrikler, tale’al bedru nidaları sarıyor sokakları, ezanlar çağlıyor gök kubbede, bülbüller raks ediyor semalarda, güller Senin gibi kokuyor, cehaletin sarmaladığı kâfirler;’Ya leyteni kuntu tûraba’ diye inleyerek elleri yüzlerinde gidiyorlar arkalarına bile bakmadan, toprağa gömülen kız çocuklarının âhları sarıyor arşı ve Sen geliyorsun Efendim; âlem sûkut ediyor. Yeniden şekilleniyor kâinat, her şey yeni bir boyut ve anlam kazanıyor…
Efendim; ilkin siyah bir dünyaya açmıştık gözlerimizi sonra Sen geldin ve beraberinde bütün renkleri de getirdin. İşte o zaman başladı hayat yolculuğumuz. Eğer Sen olmasaydın siyah dünyada siyah bir nokta kadar önemsiz olacaktık. Biz Sana bir renk veremedik çünkü sen bütün renklerle girdin hayatımıza.
Efendim bilir misin? Senden sonra yazılan naatler, mektuplar, kasideler, mersiyeler hep noksan kaldı. Anlamını bulamamış yitik cümleler sardı belleğimizi, ne yazsak ne söylesek Senin değerini biçemedi en keskin kalemler. Kelimeler kıskıvrak yakaladı dolanan ellerimizi, sustuk sustuk sustuk. Lâl olan dilimizin bağını çözmeye, renk verdiğin hayatımızın en sessiz yerinde Seni bekliyoruz Efendim. Gelişinle yeni bir renge boyansın Sensizlikteki renklerimiz...
Gecenin perdesi iniyor gözlerime ve Sen aklıma geliyorsun Efendim. Aksak bir lisan ile tebessüm ediyor çehrem. Kalbim titrek bir seda ile doluyor. Asırlar öncesine uzanıyor ellerim, gözlerimde ki yaş her daim akmaya hazır. Adını anıp susuyorum sessizce. Adın anılınca Mekke’yi büyük bir hasret kucaklıyor, Kâbe’nin boynu bükük, Medine evladını yitirmiş bir anne gibi gözleri yollarda Seni bekliyor, Mescid-i Nebevi yetim, putlar yüzüstü yere kapanıyor, avuçlara toplanan taşları yere saçıyor müşrikler, tale’al bedru nidaları sarıyor sokakları, ezanlar çağlıyor gök kubbede, bülbüller raks ediyor semalarda, güller Senin gibi kokuyor, cehaletin sarmaladığı kâfirler;’Ya leyteni kuntu tûraba’ diye inleyerek elleri yüzlerinde gidiyorlar arkalarına bile bakmadan, toprağa gömülen kız çocuklarının âhları sarıyor arşı ve Sen geliyorsun Efendim; âlem sûkut ediyor. Yeniden şekilleniyor kâinat, her şey yeni bir boyut ve anlam kazanıyor…
Efendim; ilkin siyah bir dünyaya açmıştık gözlerimizi sonra Sen geldin ve beraberinde bütün renkleri de getirdin. İşte o zaman başladı hayat yolculuğumuz. Eğer Sen olmasaydın siyah dünyada siyah bir nokta kadar önemsiz olacaktık. Biz Sana bir renk veremedik çünkü sen bütün renklerle girdin hayatımıza.
Efendim bilir misin? Senden sonra yazılan naatler, mektuplar, kasideler, mersiyeler hep noksan kaldı. Anlamını bulamamış yitik cümleler sardı belleğimizi, ne yazsak ne söylesek Senin değerini biçemedi en keskin kalemler. Kelimeler kıskıvrak yakaladı dolanan ellerimizi, sustuk sustuk sustuk. Lâl olan dilimizin bağını çözmeye, renk verdiğin hayatımızın en sessiz yerinde Seni bekliyoruz Efendim. Gelişinle yeni bir renge boyansın Sensizlikteki renklerimiz...